YAŞAM KALİTESİ


Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı, bitmeyen işler yüzünden. Siz böyle olsun istemezdiniz, ama oldu ve şimdi “Kaliteli Yaşamak, Kaliteli Çalışmak” için düşüncelerimizle manifesto ilan ediyoruz.

“Kaliteli Yaşam, Kaliteli Çalışma”nın Sonucu mudur ?

Bu soruyu süreç mantığı içerisinde değerlendirirsek “Kaliteli Yaşam”, Kaliteli Çalışmanın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor gibi görünse de sorgulanmalıdır.

Son 10 yıldır rekabet ve başarı üzerine kurulu kapitalizmin ruhu, küreselleşmenin etkisi ile daha hızlı esmeye başladı. Rekabetçilik ve İş Mükemmelliği ile süslenen yaşamın özü “iş” oldu. Yaşam merkezinin çekirdeği “iş” olunca, iş dünyasının “temsili” beklentileri; başarılı olma, terfi etme, kısa zamanda çok iş yapma (zaman yönetimi), şık kıyafetler, güzel diksiyonlar gibi nice temsili beklentiler ile “bizi bizden uzaklaştırdı.” “mış”lı görüntülerin altında, kendi özümüzden uzaklaştık.

Değerlerimizi çoktan kaybettik, öyle karışık bir paradoks, öyle bir çelişki ki insan ruhunun karışmaması - kendi içinde çatışmaması mümkün değil. Aile ve okullarda “Dürüstlük, Çalışkanlık” gibi kavramlar empoze edilirken, iş dünyasının içinde bu kavramların grileştiğini görüyorsunuz ve “mış”lı yaklaşımlar ile “temsiliyet” mekanizması bizi kasıp kavuruyor.

Yaşamın özü işle güçleniyordu, güçlendikçe içinde biriken negatif enerjileri yönetmek “Stres Yönetimi” oldu ve “Hep daha iyi”ye ulaşma sloganları şirketlerimizin duvarlarını süsledi. İşimiz hep daha iyiye giderken, biz hep geriye gittik…

Çünkü, “Başarı = Bir Avuç Hap“ oldu.

Kapitalizm başarıyı böyle tanımlamıştı bizim için. Yatakta okunan raporlar, eşinizin yerini aldı… Uykusuz gecelerden sonra, yorgun vücutlar toplantılara vitamin takviyeleri ile gider oldu ve kutlama törenlerinde ağırı kesiciler bir kadehte içilir oldu. Bu duruma biz “Dur” diyemedik, ama “Yaşam Kalitesi” onları daha fazla taşıyamayacağını ilan etti.

Peki, “Yaşam Kalitesi” Nedir ?

2008 yılında Monocle adlı İngiliz dergisinde yayınlanan araştırmada "hayat kalitesi" açısından “Kopenhag” dünyanın en iyi şehri seçildi. İlk yirmiye giren şehirler içinden, Türkiye’den herhangi bir şehir yoktu. Peki, bu şehri yaşam kalitesi açısından en iyi yapan neydi ve “yaşam kalitesi” nasıl tanımlanmaktaydı ?

2000 yılında Avrupa Konseyi tarafından belirlenen Lizbon Stratejisi’nde “yaşam kalitesi” bir insan topluluğunun ;

a) Çevre (gaz emisyonları, iklim değişikliği, ekonominin enerji yoğunluğu, kolay ulaşım, şehir havasının kalitesi, yenilenebilir enerjinin payı ve doğal kaynakların korunması),
b) Ekonomi (gelir dağılımı, istihdam artışı, enflasyon oranı, yoksulluk düzeyi, yaşam standardı),
c) İstihdam (istihdam oranı, iş kazaları ve işsizlik oranı, cinsiyetler arası ücret açığı),
d) Yenilik ve Araştırma (ARGE harcaması, internet erişimi seviyesi, patentler)
e) Eğitim ve Öğretim (eğitim ve öğretime yapılan yatırım, ortaöğretimini tamamlayanların nüfusu, yaşam boyu öğrenme)

gibi ana kriterlere ilave olarak, yaşam çevresi (konut, yaşam ve çalışma mekânları), aile yapısı (iş ve aile hayatı dengesi ), sosyal yaşama katılım (yaşama ve çalışma dengesi, sosyal etkinlikler) sağlık durumu (sağlık hizmetlerinden yararlanma oranı) gibi ölçülebilen kriterler yaşam kalitesini belirleyen temel kriterler.

Tüm bu kriterlerden de anlaşılacağı gibi yaşam kalitesi, sadece çalışma kalitesine bağlı değildir. Etrafımızı çevreleyen makro ve mikro faktörlerin her biri yaşam ve çalışama kalitemizi etkilemektedir. Bu faktörlerin bir kısmına katkıda bulunma imkanımız varken, bir kısmı bizim dışımızdaki kurumların sorumluluğundadır. Ancak, kaliteli çalışma ve yaşama arzusu ile dolu bireyler olarak mikro/ iç ve makro/ dış faktörlere katkıda bulunmak “sürdürülebilir bir yaşam olarak bizim elimizde”.

Mikro Faktörler adı altında yönetimi ve kontrolü bize bağlı faktörleri (iş özel yaşam, çevre vb.) algılayabiliriz.
Makro Faktörler adı altında ise yönetimi ve kontrolü bize bağlı olmayan, ancak önerilerimizle katkıda bulunacağız faktörler (Kamu, Alt Yapı ve Çevre Politikalarına STK’lar aracılığı ile önerilerde bulunmak vb).

Mikro ve makro faktörlere, sorumluluk sahibi bireyler olarak katkıda bulunmak, yaşam ve çalışma kalitemizi yükseltecektir.

Teknoloji ve Doğa Paradigması !

Kalite Çalışmak ve Yaşamak için belki kapitalizmin ruhundan biraz sıyrılıp daha farklı sistemleri sorgulamalıyız. Bize kolaylık sağlayacak çalışma ve yaşam modellerini yaratmalı, onları benimsemeliyiz. Bunu da ancak zihinsel paradigma değişimi ile yapabiliriz, bu zihinsel paradigma değişimi, avantajları ve dezavantajları ile kendi içinde çok iyi dengelenmelidir.

Yenilikçi Çalışma Modelleri

21.yy. bilgi ve teknoloji çağ olarak tanımlanıyorsa, bunu Çalışma Kalitemize yansıtabilmeliyiz. İş dünyasının beklentileri, hız ve zaman olarak karşımıza çıkıyorsa, yeni çalışma modellerini: home office, e-learning eğitimler ve yeni e-iş modellerini en etkin şekilde kullanabilmeliyiz. Ancak, teknolojinin avantajını, iletişimin dezavantajlarına çevirmemeliyiz.

Ömür boyu öğrenme yaklaşımına açık olmalı, sürekli kendimize bir şeyler katmalıyız. Ancak, bu öğrenme sadece iş yaşamı ile ilgili bilgilerlerden ibaret olmamalıdır. İş dünyası ile ilgili çıkan tüm yeni sistem yaklaşımları, iş yaşamımızı kolaylaştırırken, özel yaşamımızı alt üst etmektedir. Zihinsel paradigma içindeki denge sağlanamadığı taktirde, bir gün hiç beklemediğimiz bir anda çok farklı şekilde karşımıza çıkmaktadır. Belki, o yüzdendendir iş hayatının zirvesinde iken onu terk etme kararı alan veya emeklilik sonrası teknolojiden uzak doğal yaşama dönüş trendi. Hayatın anlamı “Su, Toprak, Ateş ve Hava” ilkesinde olmalıdır.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk

İnsanoğlu, yaşamının başlangıç döngüsüne dönerken doğanın önemi her şeyden fazla ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden birçok şirket ve Sivil Toplum Kuruluşu(STK)’nun gündeminde “Su, Toprak, Ateş ve Hava”yı korumaya yönelik projeler çıkmaktadır.

Çünkü, doğa bizim yaşam kaynağımız… Yoksulluk, açlık, susuzluk gibi global problem haline gelen nice sorun, doğal kaynakları kapitalizmin ruhu ile “hep da fazlasını üretmek için tüketme” isteğinden gelmektedir. İhtiyacımızdan fazlasını tüketme alışkanlığı ile doğaya karşı acımasız davrandık, ama bugün doğanın bizi affetmeme yaklaşımı ile karşı karşıyayız. Belki bu yüzdendir, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerine olan ilginin artması.

“BEYAZ BAYRAK” İlan Ettik !

Yıllar önce çok güzel ve unutamadığım bir reklam vardı “Suçlu, aya kalk ! Ne yaptın ? – Yaktım, yıktım, yok ettim. Pişman mısın? Pişmanım !” şeklinde devam ediyordu. Bugün 21 yy.da iş ve özel yaşam olarak geldiğimiz noktayı buna benzetiyorum.

Hep başarıya odaklandık, Şirketlerimizi “İlk 500 - En Büyük Şirketler” listesine dahil etmek için oğlan üstü bir çaba ile bunu başardık. Ama bunu başarırken, kendimizi ve doğayı yok ettik. Şimdi, “Beyaz Bayrak” ilan ettik… Ve şirketlerimizdeki İK Bölümleri, sürdürülebilir İnsan Kaynakları Yönetimi uygulamaları (esnek çalışma saatleri, çalışan memnuiyetleri, hobi kursları, sosyal sorumluluk projeleri vb. ) ile üst yönetimlere “İnsan’ın ve Doğa”nın önemini anlatmaya çalışıyor. Bu farkındalık aşaması, iş dünyasının beklentilerini revize etme açısından önemlidir. Çünkü, kaliteli yaşam ve çalışma arasındaki denge, iş ve özel yaşam arasındaki denge ile iç içedir. Hiçbiri diğerinden daha fazla önemli değildir…

Kaliteli yaşamak, kalite çalışmak için hayattaki dengeler zihinsel paradigma ile dengelenmelidir…

SEVGİLERDE

“Sevgileri yarınlara bıraktınız,
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün,yakınlarınız sizi yanlış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde sevgiyi söylemek
Yılların telaşla bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi
Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.”

Behçet Necatigil – 1955

 


Sema Adalı
     
 
0 Yorum
Yorum Yaz





Sanalnet